Mevlana

                                         Mevlana, insanları dini inanışlarının üzerinde bir varlık olarak kabul eder. Bu düşünce yapısı ile de ayrımcılığı ortadan kaldırarak bütünleştirici bir tutum sergiler.

Gel, gel ne olursan ol gene gel!
Kâfir, putperest, Mecusi olsan da gene gel!
Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir;
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gene gel!

Mevlana, insanları dini inanışlarının üzerinde bir varlık olarak kabul eder. Bu düşünce yapısı ile de ayrımcılığı ortadan kaldırarak bütünleştirici bir tutum sergiler.

Bütünleştirici ve insan sevgisini her şeyin üzerinde sayan Mevlana felsefesi tüm dünya tarafından kabul gördü. Bu nedenle Mevlana
nen 800. doğum yılı olan 2007 yılı Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından Mevlana Yılı olarak kabul edilmişti. Mevlananen bütünleştirici felsefesine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde bulunmaktayız. Gerek dünya da yaşanan gerginlikler gerekse ülkemizde gazetelerin ikinci sayfalarını dolduran ve insanın kanını donduran insanlık dışı haberler elimizde bulunan Mevlana felsefesine daha sıkı sarılmamız gerektiğini göstermektedir.
Mevlana felsefesini anlamak, Mevlana
nen eserlerini özümsemek ve vasiyetini yerine getirmek insanların birbirlerine saygısını arttıracak ve hoşgörünün olduğu yerde ise sorunsuz bir toplum oluşacaktır. Yüzyıllardır varlığını sürdüren ve hala aramızda yaşamaya devam eden Mevlana hem felsefesi hem de eserleri ile gelecek yüzyıllarda da varlığını devam ettireceği şüphe götürmez; fakat felsefenin yayılması ve özümsenmesi günümüz şartlarında büyük önem taşımaktadır.

Mevlana
'nın Hayatı

Asıl adı Muhammed Celaleddindır. Bugünkü Afganistan sınırları içerisinde yer alan Bele şehrinde, 30 Eylül 1207 (6 Rebiu
l-evvel 604) yılında doğdu. Belh, Mevlananın dünyaya geldiği yıllarda Türk-İslam dünyasının merkezi durumunda idi.
İsmiyle kullanılan Mevlana ismi
efendimiz anlamına gelen Konyada ders verdiği yıllarda kendisine sevdikleri tarafından verilmiştir. Rumi, Anadolu anlamına gelmektedir. Rumi olarak tanınması ise geçmiş yüzyıllarda Diyar-ı Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konyada uzun müddet oturması ve türbesinin orada olmasındandır. Kendisine verilen bu sanlarla birlikte adı da Mevlana Celaleddin Rumi olarak anılmaya başlamıştır.
Mevlana
nın babası Bahaeddin Veleddir. Bilginleri Sultanı (Sultanul Ulema) unvanına sahip ve sahibi bir babanın oğlu olmak Mevlanaya çok şey kazandırmıştır. Mevlananın ilk öğretmeni babası olmuştur. Mevlanaya Allah yolunu öğretip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sırları gösteren tarikat şeyhi de yine babası olmuştur.
Moğol istilası nedeniyle Bahaeddin Veled, Belh şehrinden aile fertleri ve dostlarıyla 1212 tarihinde ayrıldı. Bağdat ve Küfe şehirlerini geçerek Kâbe
ye hareket ettiler. Hac görevlerini yerine getirdikten sonra; Şama oradan Malatyaya geçtiler. Erzincan ve Karamana uğradıktan sonra Konyaya yerleştiler.
Mevlana, 1225 yılında babasının isteği üzerine Karamanda itibarlı bir zat olan Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala
nın kızı Gevher Banu ile evlendi.
Bahaeddin Veled
in ölümü üzerine 1231 yılında babasının vasiyeti üzerine onun makamına geçti. Oda babası gibi doğu ve batının müftüsü olarak kabul edildi. Mevlana babasının ölümünden sonra bir yıl boyunca rehbersiz kaldı ta ki babasının halifelerinden Tirmizli Seyyid Burhaneddin Muhakkıkı bulana kadar.
Seyyid Burhaneddin, Şeyhi Bahaeddin Veled
in Konyada olduğunu duymuş onu bulmak için geldiğinde ise yerinde oğlunu bulmuştur. Burhaneddin, Mevlanayı manevi terbiyesine almakla kalmamış, yüksek ilimlerde daha çok derinleşmesi için teşvik edici olmuştur.
Mevlana, Halep
te fıkıh, tefsir ve usul tahsili aldıktan sonra Şamda ilmi incelemeler yaptı ve dört yıl sonra yeniden Konyaya döndü.
Tirmizli Seyyid Burhaneddin Muhakkık, Mevlana
ya dokuz yıl boyunca hem öğretmenlik hem de rehberlik yapmıştır. Üstlendiği bu görevi de Bütün ilimlerde eşi benzeri olmayan bir insan, nebilerin ve velilerin parmakla gösterdiği bir kişi oldun Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmetle boğ; bu suret âleminin ölülerini mana ve aşkınla dirilt. sözleriyle tamamladı.
Mevlana
nın eğitiminde önemli bir yere sahip Tirmizli Seyyid Burhaneddin Muhakkık, 1241 yılında Kayseri de hayata veda etti.
Mevlana
nın hayatında en önemli yere sahip isim hiç kuşkusuz Tebrizli Şemseddin Muhammeddir. Tacir elbiseleriyle gezen gittiği yerlerde tekkelere, medreselere değil kervansaraylara, hanlara inen, bir yerde uzun süre kalmayıp şehirden şehre dolaşan bir gezgindi. Bu nedenden dolayı Şems anlamına gelen Şemsi Parende adıyla anılmakta idi. Bunun yanında olgunluğu ve bilgeliği temsil ettiği için de Tebrizli Olgun Zat anlamına gelen Kamil-i Tebrizi diye anılmıştır.
Şems
in Konyaya nasıl geldiği sözlerinin yazılmasıyla oluşturulmuş olan Malakat adlı kitabında şu şekilde anlatmaktadır. Benim sepet örerek geçinen Ebu-Berk adlı bir şeyhim vardı, olgundu; fakat bende bir şey vardı ki, o bunu göremiyordu. Bu yüzden şeyh aramak için yollara düştüm ve nihayet Mevlanayı buldum.
Mevlana ile Şems
in karşılaşması Mevlananın hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Kendisine ışık olacak bir dost aryan Şems bir gece Allaha Ey Allahım! Kendi örtülü olan sevgililerinden birini bana göster.diye yalvarır. Allah tarafından, isteğinin Anadoluda bulunan Mevlana olduğu kendisine ilham edilir. Bunun üzerine Şems 29 Kasım 1244te Konyaya gelir.
Şems, medreseden çıkan Mevlana
yı görür ve karşılamak için koşar. Katırının dizginini yakalar ve ona herkesin anlayamayacağı derin manalı sorular sormaya başlar. Mevlana bu sorular karşısında kendinden geçer. Şemsi elinden tutarak medreseye götürür ve onunla birlikte günlerce bir odaya kapanır.
Mevlana ile Şems
in karşılaşmasına ilişkin birçok anlatım söz konusudur. Bu yöndeki bir başka karşılaşması şu şekildedir:
Şems Konya
ya geldikten sonra Mevlanayı ders verdiği medresede ziyaret eder. Mevlana o sırada iki müridiyle sohbet etmektedir. Şems, Mevlananın önünde bulunan kitapları işaret ederek bunlar nedir diye sorar.
Mevlana bakışlarını bu yabancıya çevirerek
sen anlatamazsın diye yanıt verir. Şems, Mevlanaya doğru yürür ve kitapların olduğu masanın önünde durur. Sonra kitapları masadan alarak havuza doğru ilerler ve kitapları havuza atmaya başlar. Bu hareket karşısında Mevlana Bu nedir diye bağırır.
Şems
Sen anlayamazsın yanıtını verir.
Mevlana harap olmuş kitapların halini görünce kendisi için ne kadar değerli olduklarını düşünür. Kendini tutamaz ve ağlamaya başlar. Mevlana
nın gözünden akan yaşlar Şemsi kendine getirir.
Şems, kitapların mürekkeplerinden maviye boyanmış olan havuza uzandı ve bir tanesini alıp Mevlana
ya uzattı.
Mevlana Celaleddin Rumi bir an duraksadı. Çünkü kitap kupkuruydu hatta kitaplıkta üzerine yapışan tozlar bile üzerinde durmakta idi. Bu nasıl olmuştu.
Bir başka kitap daha uzattı Şems ve o kitapta kuruydu.
Mucize diye bağırdı Mevlana. Gözlerin yabancının gözlerine dikti ve bir süre öylece kaldı. Azizliğe varan iki yol vardır. Dedi Şems Bir uzun yol kitapları işaret ederek birde kısa yol Neymiş o kısa yolun adı? diye sordu Mevlana. Sevgini yolu yanıtını aldı. Ben nasıl öğrenirim, o yolda yürümeyi? Sevgi öğrenilmez. Sen yakılmayı bekleyen bir lambasın, dedi Şems. Ben alevim, artık kitapları geride koyup benimle gelme vaktidir.(H. Zekai Yiğitler, Mevlanada İnsan Olmak, s:66,67)
Bu Mevlana
nın uzun zamandır beklediği kendine sonsuz ufuklar açacak olan gönül dostu idi.
Mevlana ile Şems
in karşılaşması farklı şekillerde anlatılsa da hiç kuşkusuz Mevlanayı Mevlana yapan ateşin ilk kıvılcımları Şems tarafından yakılmıştır. Bunu en güzel şekilde Mevlananın kendisi telaffuz eder. Hamdım, piştim, yandım. Şemsin ilahi aşka ulaşmada Mevlanaya rehberlik ettiği ortadadır.
Şems
in Mevlana üzerindeki etkisini Sultan Veled Veledname adlı eserinde şu şekilde anlatır. Allah Şemsin özellikle ona (Mevlanaya) kendini göstermesine ve onun için tek kişi olmasına rıza gösterdi Ondan başka hiç kimse böyle bir görüşmeye layık olamazdı. Çok uzun bir bekleyişten sonra Mevlana Şemsin yüzünü gördü; sırlar onun için gün gibi aşikâr oldu. Görülmesi imkânsız olanı gördü ve hiç kimsenin asla bir başka kimseden duyamayacağı şeyi duydu Onun aşığı oldu onda yok oldu.
Mevlana, Şems ile sohbetlere ve semaya zaman ayırınca müritleri bundan rahatsız olmaya başladı. Şemsi kıskanmaya başladılar. Bu iki dost arasındaki ilahi sohbetleri ve dostluğu kavrayamayanlar ileri geri konuşmaya başladılar. Dedikodular yayıldı ve Şems
in kulağına kadar geldi. Şems kırıldı ve Konyayı terk edere Şama gitti.
Şems
in gidişi Mevlanada derin bir üzüntü yarattı. Bu üzüntüsünü dile getiren ve geri gelmesi dileyen bir mektup yazarak Oğlu Sultan Veled aracılığı ile Şemse gönderdi. Şems Mevlananın bu isteğini geri çevirmedi ve1247de konyaya geri döndü.
Şems
in geri gelmesiyle Mevlana eski günlerine geri döndü. İlahi sohbetlere ve semalara daldı. Fakat bu huzurlu günler fazla uzun sürmedi. Dedikodular yeniden baş gösterdi. Tarih 1248 i gösterirken Şens birgün ortadan kayboldu. Mevlana heryerde şemsi aradı. Onu bulabilmek umuduyla iki kez Şama gitti. Fakat izini bulamadı.Sultan Veled bu seyahatlerden sonra Mevlanayı şu şekilde anlatır: Mevlana, Şamda suret bakımından Şemsi bulamadı ama, mana yönünden onu kendisinde buldu. Ay gibi kendi varlığinda beliren Şemsi kendinde gördü ve dedi ki: Beden bakımından ondan ayrıyım ama, bedensiz ve cansız ikimiz de bir nuruz.
Ey arayan kişi ister onu gör, ister beni. Ben oyum o da ben

Şam
a ikinci seferinden sonra Şemsin, onu kıskananlar tarafından öldürüldüğünü anladı. Yine de ondan yalanda olsa haber getirenlere hediyeler vermeye devam etti. Aslında onu bir daha göremeyeceğini biliyordu. Hatta bir gazelinde Şemsin öldürülerek bir kuyuya atıldığından da bahsetmiştir.
Şems
in ölümüyle Mevlananın hayatındaki çoşkunluk dönemi sona erdi. Mevlana dostunun arkasından onsuzluğu şöyle dile getirir: Tebrizli Şemsin tılsım ile gariplikler evreninin hazinelerine gömülmüştük. Ayrıldığından beri bütün lezzetlerden uzak, mum gibi yandık. Baldan uzakta, ateşle kucak kucağa idik. Yokluğu ile ruhumuz, yıkılar içre tüneyen baykuşlara döndü. Senin yokluğunda Sema bize haram olsun! Sen yokken musikiyi şeytan taşlar gibi taşlamak. Sensiz şiir bile yazılmaz.(Vedat Genç, Mevlana ile İlgili Yazılardan Seçmeler, s,185)
Şemsin ölümüyle güneşini kaybeden Mevlana, Kuyumcu Salahaddin ile yeniden kendini bulur ve ünlü düşünürün hayatında bir dönem açılır. Çalışmaları ve düşünceleri bir düzene girer. Şems
in hasretini Şeyh Salahaddinle dindirmeye çalışır. Babası üzerindeki etkisini Sultan Veled şöyle anlatır: Mevlananın coşkunluğu onun sayesinde yatıştı ve debisi normal bir ırmak durumuna geldi. Onun irşadı başka bir çeşitti. Vergisi herkesten çoktu. Erenlerden yıllarca elde edilen şey, onda bir solukla elde edilebilirdi. Dilsiz, dudaksız, sırlar söyler, dile getirmeksizin anlam incilerini delerdi…”
Mevlana
dan yaşça çok büyük olan Salahaddin, 1258 yılında ebedi dünyaya göçmüştür. Vasiyeti üzerine cenaze, defler, davullar çalınarak, besteler okunarak, eller çırpılarak götürülmüştür.(Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana, s.16)
Mevlana Celaleddin
in hayatında kilometre taşlarından biri de Çelebi Husameddindir. Salahaddinin ölümünden sonra, Mevlana, kendine Çelebi Husameddini hemdem edindi.
İnsanlık için en önemli hizmeti mesnevi
yi dünya edebiyatına kazandırmasıdır. Mevlananın yanından hiç ayrılmamış ve söylediği beyitleri yazarak mesneviyi oluşturmuştur. Mevlananın ölümünden sonra 10 yıl süreyle mevleviliği


Mevlana Celaleddin Rumi
nin Eserleri

MESNEVİ

Hüsameddin Çelebi, bir gece Mevlana
ya Gazel divanı çoğaldı, bunların sırlarının nurları deniz ve karaların, doğu ve batının her tarafını kapladı. Allaha hamdolsun bütün söz söyleyenler, bu sözlerin yüceliği karşısında şaşakaldılar. Eğer senainin ilahi name tarzında bir kitap yazılsa, bu bütün insanlar arasında hatıra olarak kalır; âşıkların ve dertlilerin can yoldaşı olur. Bu son derece derece büyük bir merhamet ve inayet olacaktır. Bu kulunuzda ister ki değerli dostların yüzlerini sizin kutlu yüzünüze çevirip başka bir şey ile meşgul olmasınlar. Artık bundan sonrası Mevlananın lutuf ve inayetine kalmıştır.
Bunun üzerine Mevlana, hemen sarığının içinden külli ve cüz
i bütün sırları açıklayan bir cüz çıkartıp, Çelebi Hüsameddinin eline verir. Bu cüzde Mesnevinin başında bulunan on sekiz beyit yazılı idi:

Duy şikâyet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.

Der ki, feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.

Ayrılıktan parçalanmış bir yürek
İsterim ben; derdimi dökmem gerek.

Şayet aslından biraz ayrılsa, can,
Öyle bekler vuslata ersin zaman.

Ağladın her yerde hep ah eyledim
Gördüğüm her kul için,
dostum dedim.

Herkesin zannında dost oldum ama,
Kimse talip olmadı esrarıma.

Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Gözde lakin yok ışık; duymak kulak.

Aşikârdır can-beden, gör insanı,
Yok, izin, görmez fakat insan, canı.

Ney sesi tekmil hava oldu ateş,
Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş!

Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney
e,
Cezbesi aşkın karışmıştır mey
e.

Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem,
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem.

Kanlı yoldan ney sunar hep arzuhal,
Hem verir mecnun
un aşkından misal.

Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var,
Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar?

Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile,
Tek kulaktır müşteri ancak dile.

Sırf keder, gam gitti kaç gün, kaç gece,
Geçti yanlışlarla günler, öylece.

Geçse günler, korku yok, her şey masal
Ey temizlik örneği, sen gitme kal!

Kandı her şey tek balık kanmaz sudan,
Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can.

Anlamaz olgun adamdan bil ki, ham,
Söz uzar kesmek gerektir vesselam.


Bu ilk onsekiz beyitten sonra Mesnevi, çeşitli yazmalara göre değişiklik gösteren 25585 ila 26660 arasın da değişen beyit sayısına ulaşmıştır. Bizim elimizde bulunan ve halen Mevlana Müzesinde bulunan 1278 tarihli nüsha en eski nüshadır. Bu nüshaya göre beyit sayısı 25618
dir. Hindistan bölgesinde bulunan bir nüshada beyit sayısı 30 bine kadar ulaşmaktadır. Fakat Mevlana Müzesinde bulunan nüsha Mevlananın ölümünden sonra oğlu Sultan Veledin ve katibi, Çelebi Hüsameddin!in onayından geçmiş olması nedeniyle en doğru nüshadır. Aslında mesnevi divan edebiyatın da bir nazın biçimidir. Mesnevide bu tarzda yazılmıştır. Fakat mesnevi denildiğinde ilk akla gelen Mevlananın 6 ciltten oluşan tüm dünya tarafından tanınan eseri akla gelmektedir. Dili Farsçadır.
Eserin yazımına 1259 yılında başlanmış ve 1268 yılında tamamlanmıştır. Mesnevi sadece bir konu üzerinde durmaktan ziyade akla gelebilecek her konuda bilgi verilmiştir. Bilgiler ayet hadis ve hikâyelerle güçlendirilmiştir.
Mevlana tarafından dile getirilen beyitler Hüsmeddin Çelebi tarafından kaleme alınmıştır. Yaklaşık dokuz yıl gibi bir sürede tamamlanan Mesneviyi Mevlana
vahdet dükkânı olarak değerlendirmektedir. Mevlana yapıtını şu şekilde anlatmaktadır. Bu kitap masal diyene masaldır; fakat bu kitapta halini gören, bu kitap vasıtasıyla kendini tanıyan, anlayan da er kişidir.


Divan-i Kebir

Divan Edebiyatında şairlerin şiirlerini topladıkları deftere divan denilmektedir. Mevlana
nın çeşitli zamanlarda söylediği şiirlerin bir araya toplanmasıyla oluşturulduğu için bu adı almıştır. Divan-i Kebir, "Büyük Defter" veya "Büyük Divan" anlamına gelen bir isimdir. Dili Farsçadır. Fakat eserde Arapça, Türkçe ve Rumca şiirlere de yer verilmiştir. Kitap 21 küçük divan ile rubainin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Beyit sayısı olarak 40 bini aşmaktadır.
Mevlana Divan-i Kebir
de Allaha duyulan aşkı, döneminin özelliklerine uyarak şiir halinde yansıtan Mevlâna, Şems (güneş) başta olmak üzere, bağ-bahçe, gül-bülbül, âşık-mâşûk, deniz-damla, mey-sâkî gibi sembollerle ilâhî aşkı hep ön plânda tutmuştur.
Mevlâna, Divanının Önsöz
ünde de şiirlerini ilâhî denizin ışıltıları, gayb denizinin iri incileri olarak nitelendirir ve devamında şöyle der:

Bize doğru gel, bize!

Bir an olsun düşüncelerden vazgeçsen ne olur? Balık gibi bizim denizimize dalsan, orada dalgalar yutsan ne çıkar?

Düşüncelerinden uyur, onlardan vazgeçersen Ashâb-ı Kehf
ten sayılırsın, düşüncelerden mukaddes, münezzeh bir nur kesilirsin; ne olur bu hale gelsen!

Sen bir saman çöpüsün, bizse devlet kehribarıyız; şu samanlıktan sıyrılıp kehribara dönsen ne olur ki.

Artık bu sefer toprak olacağım diye yüz kere ahdettin. Bir kerecik de ahdinde dursan ne çıkar.

Sen gizli bir incisin amma şu samanlıkta toprak rengini almışsın. A güzel yüzlü, ne olur yüzündeki tozu toprağı bir yıkasan da arınsan! (Gölpınarlı, I, 253; Furûzânfer,844)


MEKTUBAT

Kelime anlamı
Mektuplar olan bu eser başta Selçuklu hükümdarları devlet adamları ve devrin ilerine nasihat vermek amacı ile yazılmıştır. Mevlana kendisine sorulan ilmi ve dini konulara da bu mektuplarla açıklık getirmektedir. Eser 147 mektubun bir araya getirilmesi ile ortaya çıkmıştır.
Mevlana bu 147 mektuptan seksen tanesini, Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus
a yazmıştır. Hükümdar ve üst düzey devlet yöneticilerine yazıldığı halde mektuplarda edebi ya da resmi mektup kaidelerine rastlanmamaktadır. Hitaplarında mektup yazdığı kişinin aklına inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa öyle hitap etmiştir. Mektuplar konuştuğu gibi yazılmıştır. Ayrıca; II.İzzettin Keykavusa oğul diye samimi bir ifade kullanması Mevlananın ne kadar saygı gördüğünün göstergesi olmuştur.

FİHİ MA FİH

Fihi ma fih, kelime olarak
ne varsa içindedir ya da onun içindeki içindedir anlamına gelmektedir. Mevlananın çeşitli toplantı ve meclislerde yaptığı sohbetlerin oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana getirilmiş; mensur bir eserdir. 61 bölümden meydana gelmektedir. Birçok bölümü Selçuklu Veziri Süleyman Pervaneye itafen yazıldığı için siyasi konulara yer verilmiş ve Mevlanabu konudaki düşünce ve yorumları aktarılmıştır. Bunların yanında ahiret, dünya, ask ve sema gibi konulara da yer vermektedir

Mecalis-i Seba'a

Mecalis-i Seba'a;
yedi meclis yedi vaaz anlamına gelmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi Mevlananın yedi vaazının toplanıp bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir kitaptır. Mevlananın çevresinde bulunan eli iyi kalem tutan ve hızlı yazabilen öğrencileri tarafından vermiş olduğu vaazlar; kaleme alınmış Mevlanaya okunup düzeltmeleri yapıldıktan sonra bir araya getirilerek kitap halini almıştır.
Yedi meclisde açıklanacak konular ve aktarılacak görüşler hikâye ve şiirlerle akılda yer edecek şekilde verilmiştir.
Kitapta değinilen konular yedi bölümde incelenmiş ve açıklanmıştır:
1- Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2- Suçtan kurtuluş, akıl yolu ile gafletten uyanış.
3- İnanç
daki kudret
4- Tövbe edip doğru yolu bulanların Allahın sevgili kulu olacakları
5- Bilginin değeri
6- Gaflete dalış
7- Aklın önemi


MEVLEVİLİK
Bizden sonra Mesnevî şeyhlik edecek ve arayanlara doğru yolu gösterecek; onları yönetecek ve onlara önderlik edecektir.(Mevlâna)

Mevlana
nın kendisine halife olarak seçtiği Çelebi Hüsameddin döneminde başlayarak, Sultan Veled ve onun oğlu Ulu Arif Çelebi zamanında toplanan Mevlana âşıkları, Mevlevilik tarikatının temellerin attılar ve sistemi oluşturdular. Tekkeler kurdular vakıflar sağladılar.
Mevlana Celaleddin Rumi
nin düşünceleri çerçevesinde kurulan Mevlevilik, babasının düşüncelerini sistemleştirdiği ve tarikat biçiminde örgütlediği için Mevlananın oğlu Sultan Veled, Mevleviliğin asıl kurucusu ve ikinci piri sayılır.
Mevlana
nın ölümünden sonra 10 yıl Konyada Mevlana düşüncesini Çelebi Hüsameddin temsil etti. 1284 yılında onun ölümünden sonra topluluk Sultan Veledi kendine şeyh seçti. Topluluğa önce Veledi denildi. Daha sonra Mevlevi adını benimsedi.
Sultan veled dergahda Mevlana
nın tasavvufi düşüncelerini ve mesneviyi öğreten ve yorumlayan bir kürsü açtı. Mevlanadan beri bilinen ve sema adı verilen müzikli Mevlevi ayinini sembolik ifadeleri ile disipline etti. Sultan Veledin ölümünden sonra yerine oğlu, Ulu Arif Çelebi geçti.
Ulu Arif Çelebi zamanında Mevlevilik hemen, hemen tüm Anadolu
ya yayıldı. Hatta Arif Çelebi İrana kadar seyahatler yaparak Mevleviliği anlattı ve onlarında desteğini sağladı. Arif Çelebinin ölümünden sonra Mevlana soyundan gelen ve onun yerine geçen Mevlevi Şeyhleri Mevleviliğin Anadolu dışına kadar yayılmasını sağladılar. Günümüzde Mevlevilik hümanist düşüncenin en güzel örneği ve temsilcisi olarak tüm dünyaya yayılmış durumdadır.
Mevleviliğin, manevî eğitim sistemini öğrenmek isteyenler bin bir gün süren ve adına
çile denilen bir eğitimden geçmekte idi.
Çile şöyle uygulanıyordu:
Mevlevî olmaya karar veren kişi gençse, ailesinin rızası alınırdı. Kendisine bu yolun güçlükleri anlatılır, ısrar eder ve kabul olunursa
matbah denilen eğitim bölümünde, kapıdan girince hemen sol tarafta, kapı dibinde bulunan postta üç gün oturtulurdu. Bu üç gün içinde iki diz üstünde başı eğik olarak oturan aday, orada yapılan işleri seyreder, mecburiyet olmadıkça konuşmaz, mecbur olmadıkça posttan kalkıp bir yere gidemezdi. Üç gün sonra huzura çıkar, kararında durduğunu söylerse, geldiği elbiseyle on sekiz gün getir-götür işlerine bakardı. On sekiz günün sonunda ona artık Mevlevîlerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olurdu.
Çile esnasında ortalığı silip süpürmek, odun getirmek, çarşıdan alış-veriş yapmak, çamaşır yıkamak gibi günlük işleri yapmaktan başka mutlaka sema
meşk eder, mesnevî okur, kabiliyeti varsa ney üflemek, kudüm vurmak, ayin okumak gibi musiki sanatı ile yahut hat, tezhip, minyatür gibi diğer güzel sanatlarla ilgilenirdi. Bu meşklere, çilesini doldurmuş, hücre sahibi olmuş dedeler nezaret ederdi.
Mevlevilik; bu özelliği nedeniyle Türk düşünce ve sanat hayatına önemli katkılarda bulunmuş bir tarikattır. Mevlevi tekkeleri, tarikat faaliyetlerinin yanı sıra bir sanat ve kültür kurumu gibi çalışmış, baştan beri birçok şair, yazar ve bestecinin yetiştiği merkezler olmuştur.
Mevlevilik; dervişlerin tekkelere kapanarak tevekküle bağlı, kaderci, içine kapanık, statik bir tarikat değildir. Kapıları Mevlevi olsun olmasın tüm herkese açıktır. Mevlevilik dilenciliği reddeder ve çalışmayı teşvik a edici bir yapıya sahiptir. Her Mevlevi
nin bir işi olmalıdır. Bu nedenledir ki Mevlana her zaman ahi teşkilatıyla sıkı ilişkiler kurmuştur. Demircilik kuyumculuk, dericilik ve terzilik gibi meslekler Mevlevilikte kutsal sayılmıştır.
Mevlevilik, ibadette
Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlıklı ol.hadisini benimseyen, bağnazlıktan ve tembellikten uzak dinde toleranslı hayata bağlı bir yapıya sahiptir.
Mevleviliğe mensup kişiler Mevlevi müridi olarak aldıkları derecelere göre farklı isimler alırlar.
Muhib; Seven kişi demek olan muhib, Mevlevi kurallarına göre sikke tekbirletip tarikata giren, ancak dervişliğe ikrar vermeyen müriddir.
Dede; Derviş ikrar verip tekke mutfağında (matbah) üç gün saka postunda oturan, kararından dönmezse arakiye ve hizmet tennuresi giyinip çeşitli hizmetlerle binbir gün halvet (çile) çıkaran, onsekiz gün süren hücre çilesini de tamamlayan Mevleviye verilen addır.
Şeyh; Şeyh, bir tekkeyi yönetmek, muhib ve dervişlerin yetiştirme yetkisine sahip olan mevlevidir. Mevlevilikte son dereceyi halifeler meydana getirir. Halifeler, başkasına halifelik verme yetkisine sahip şeyhlerdir.

Sultan Veled'ten sonra bütün Mevleviliği temsil eden Konya'daki merkez tekke şeyhliğin babadan oğla ya da ailenin büyüğüne geçmesi gelenek haline geldi. Bu geleneğe bağlı olarak şeyhlik makamına oturan kişiye Çelebi adı verildi ve zamanla merkez tekke şeyhliği Çelebilik makamı olarak anılmaya başladı. Çelebiler, başlangıçta, şeyhlik makamında oturan kişi tarafından önceden belirlenirdi.

SEMA

Sema, sembolik olarak, kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Allah
a olan aşkı ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip tanrıya yönelişini ifade eder.
Mevlana zamanında sema, belirli kurallara bağlı olmayan, dini ve tasavvufi bir coşku ile icra edilirdi. Mevlana
nın ölümünden sonra Mevleviliğin kurucusu ve Mevlananın oğlu Sultan Veled tarafında sistemli bir hale getirildi. Sema öğrenilir ve öğretilir hale geldi.
Bu törendeki her şey ayrı bir manaya sahiptir. Sema edilen, Semahanedenen alanın şeklinden, üstüne oturulan postların renklerine, Semazenin giydiği her giysiden, yaptığı her harekete kadar hepsinin bir manası vardır; hepsi bir sembol ifade etmektedir.
Sema
nın semazenler tarafından icra edildiği yere Semahane denir. Daire şeklindedir ve kâinatı temsil eder. Şeyhin oturduğu kırmızı post Mevlâna Celaleddin-i Rumi'nin makamı sayılır ve şeyh efendi vekâleten bu makama oturur. Kırmızı renk vuslatı simgeler; yani Allah'a kavuşma rengidir. Şeyh postunun kırmızı rengi maddi dünyadan batışı, manevî dünyaya doğuşu temsil eder. Mevleviliğe yeni girenlerin oturduğu post siyahtır. Siyah renksizliğin rengidir, tevhidi temsil eder, bütün renkleri içinde barındırır. Derviş bilgilenip yol alınca beyaz renkli posta oturmaya hak kazanır.
Semazenin kıyafeti ise; insanın kötü huylarının, yani nefsinin mezar taşını sikke, nefsinin kefenini tennure, nefsini ise üstüne giymiş olduğu hırkası, temsil eder. Semazen, Semaya başlarken hırkasını çıkarır ve manevî bir temizliğe adım atmış olur. Sema eden bir Mevlevi dervişi, sağ elini yukarı kaldırarak gökyüzüne açar, sol elini aşağı sarkıtarak avucunu yere çevirir. Bu
Gökyüzüne ağar, yere yağarız. Aldığımızı veririz, hiçbirşeyi kendimize mal etmeyiz. Anlamını taşır. Semazenin, kollarını çapraz bağlı olarak duruşu Allah'ın birliğini ifade eder. (Mehmet Önder; Gez Dünyayı Gör Konyayı, Konya Büyükşehir Bel. Yay, no: 29, 1999, Konya)



MEVLANA
NIN ÖLÜMÜ


Odukça zorlu bir yaşam geçiren Mevlana
nın vücudu artık yorulmuştu. Şems ile birlikte olağan üstü bir coşkuya ve heyecana düşen Mevlana onun ölümüyle derin bir acı yaşamış, ömrü boyunca yoksullukla hayat sürmüş olan bünye; eğitim ve yolculuklar, insanları benimseyiş ve sonsuz sevgi yüzünden iyice yıpranmıştı. Yaşı seksene yaklaşırken yorgun bedeni, hastalığın pençesine düşmüştü.
Kendisine şifa dilemek için gelenlere
iki sevgili arasında dikenden bir gömlekten başka bir şey kalmadı vakit nurun nurla birleşmesini istemezmisiniz? Ölümüm sonsuzlukla düğünümdür.diyerek ölüme hazır olduğunu ve ölümü beklediğini söylemiştir.
Ölümünden sonra üzüntüye düşecek olanlarıda uyarmıştır:
Ölüm günüm geldiği zaman tabutum taşınacak,
Gönlümün bu dünyada kaldığını sanma,
Cansız vücudumu görerek:
gitti gitti! diye haykırma,
Birleşme ve kavuşma şimdi benim olacak.
Eğer mezarıma gelirsen
elveda, elvedademe
Zira mezar bizim Cennetteki birleşmemizi gizleyecek,
Ay ışığının gün ışığının batması yanlış olmaz mı?
Bu sana göre bir batıştır; gerçekte ise bu bir şafaktır.(Eva de Vitray Meyerovitch, Konya Tarihi ve Hz. Mevlana s. 86)
İrfan ve sevgi güneşi Mevlana 17 Aralık 1273 günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile gülerek ebediyet âlemine doğdu. Mevleviler bu geceye gerdek gecesi anlamına gelen Şeb-i Arus derler.
Müslüman olsun olmasın tüm Konya halkı cenazesine katılmıştır. Eflaki; Ariflerin Menkıbeleri, adlı esrinde Mevlana
nın cenaze merasimini şöyle anlatmıştır:cenaze dışarı çıktığında büyük küçük herkes orada idi. Büyük kıyamete benzer bir kıyamrt koptu. Herkes ağlıyordu. Erkekler feryad ederek elbiselerini yırtarak gidiyorlardı. Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Araplardan, Türklerden vs.den bütün milletler, bütün din ve devlet sahipleri hazır bulunuyorlardı. Her biri kendi adetleriveçhile kitapları ellerinde önden gidiyorlar, zeburdan, Tevrattan, İncilden ayetler okuyor ve hepside feryat ediyordu. Müslümanlar sopa ve kılıçlarla bunları savamıyorlardı. Fakat bu cemaat hiç çekinmiyordu. Büyük bir karışıklık oldu. Bu haber büyük sultana, Sahibe ve Pervaneya erişti.bunun üzerine onlarda papazları ve kiliselerin büyüklerini çağırıp onlara: bu olayın sizinle ne ilgisi vardır? Bu din padişahı bizim reisimiz, imamımız ve muktedamızdır dediler. Onlar da: biz
Musa
nın, İsanın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun açık sözlerinden anladık ve kendi kitaplarımızda okuduğumuz ermiş peygamberlerin tabiat ve hareketlerini onda gördük. Siz Mevlanayı nasıl devrinin Muhammedi olarak tanıyorsanız, biz de onu zamanın Musası ve İsası olarak biliyoruz. Siz onun muhibbin iseniz biz de bin misli kadar onun kulu ve müridiyiz. Nitekim kendisi buyurmuştur:Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler. Biz bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir neyiz
Mevlana hazretlerinin zatı, insanlar üzerinde parlayan ve onlara inayette bulunana hakikatler güneşidir. Güneşi bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydınlanır. Bir Rum keşişi de: Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duymamazlık edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü? Siz onun kim olduğunu nereden bileceksiniz?
dedi. Bunun üzerine büyükler susup hiçbirşey söylemediler. Bir taraftan tatlı sesli hafızlar ayetler okuyorlar, tatlı nefesli mukrilerin sesleri, dertli ve acı feryatları göklere yükseliyordu. Güzel sesli müezzinler, halka, kıyamet yerine, kıyametin koptuğunu sela vererek bildiriyorlardı. Yirmi bölük guyende de Mevlananın ölümünden önce söylemiş olduğu mersiyeleri okuyordu.(Eva de Vitray Meyerovitch, Konya Tarihi ve Hz. Mevlana s.87)
Mevlana
nın vasiyeti üzerine Şeyh Sadreddin, Mevlananın namazını kıldırmak üzere niyetlendiğinde dayanamayıp baygınlık geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadı Siraceddin imamlık etti.
Mevlana
ya Yeşil Kubbe denilen türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayserin gayreti ve Emir Pervanenin eşi (Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrevin kızı) Gürcü Hatunun yardımıyla Çelebi Hüsameddin zamanında yapıldı. Türbenin mimarı Tebrizli Bedreddindir. Selimoğlu Abdülvahid adlı bir sanatkâr da Mevlananın kabri üzerine, Selçuklu oymacılığının şaheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yaptırmıştır. Bu sanduka bu gün, Sultanül-Ulema Bahaeddin Veledin kabri üzerindedir.

Mevlana
nın VasiyetiBen size, gizli ve aleni, Allahdan korkmanızı,

az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi,

günahlardan çekinmenizi,

oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi,

daima şehvetten kaçınmanızı,

halkın eziyet ve cefasına dayanmanızı avam ve

sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı,

kerem sahibi olan salih kimselerle

beraber olmanızı vasiyet ederim.

Hayırlısı, insanlara faydası dokunandır.

Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır.

Hamd, yalnız tek olan Allah
a mahsustur.

Tevhid ehline selam olsun.
                                          ”  Yazar Emine  Kazan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OZAN CONSEPT‘14" DAMGASINI VURACAK!

EST 1923 ürünleri İstanbul Atatürk Uluslararası Havalimanı, Old Bazaar’da